Bu Blogda Ara

19 Mart 2018 Pazartesi

ÇİFTLİK BANK MI ?

Son günlerde gündemi en çok meşgul eden  konulardan biri de Çiftlik bank olayı.Aslında olayın gelişi çarşambadan belliydi ama elemanlar ustalıkla sinyali alır almaz gündemi değiştirip işin içinden çıktılar.Olan bizim garibanlara oldu diyecem de demiyorum.Neden bence buraya para yatıran vatandaşımız gariban değil sadece  kendini çok zeki olduğunu zanneden insanlarımız. Malaesef gerçek bu.Şairin dediği gibi bizi bu havalar mahvetti.Yani bizi bu kısa yoldan zengin olma hırsı mavf etti.Peki bu değişir mi değişmez.Toplum olarak balık hafızalı olduğumuzdan şöyle bir hatırlayalım banker olayları,helal holdingleri,parsadan,jet pay,saadet zincirini,imar bankası,ikinci jetpa,ihlas finans olayını şimdi de çiflik bank biter mi bitmez biz de bu kafa olukça bitmez.Bakın ben şimdi bir sistem kurayım adını da cihad bank diyeyim hemen millet oltaya gelir.Bir de göstermelik para dağıttım mı tadından yenmez.İnanmıyor musunuz siz bilirsniz benden söylemesi çözüm mü tabi ki de nitelikli eğitim ves selamm...

18 Mart 2018 Pazar

MİDYE HARAM MI ?


Midye yemek Hanefi mezhebine göre caiz değildir. Zaruri bir hal yoksa yememek evladır. Mezhepleri ihtiyaç olmadan taklit etmek doğru değildir.
“Taze et yemeniz için denizi sizin hizmetinize veren Allah’tır.”1
mealindeki âyet-i kerime ile,
“Denizde avlanmak ve onları yemek size helâl kılındı ki; hem size hem de yolcu olanlarınıza faydalı olsun.”2
mealindeki âyet, denizlerin birer ilâhî nimet deposu olduğunu ve onlardan insanların faydalanabileceğini ifade etmektedir.

Âyet-i kerimelerde, Cenab-ı Hak belirli bir kısmını haramlaştırmadan ve başka hayvanlar gibi boğazlanma şartını koşmadan, bütün deniz hayvanlarının helâl olduğunu bildirmekte, kullarına kolaylığı ve genişliği temin etmektedir. Hattâ mümkün mertebe hayvana eziyet vermekten kaçınılması kaydıyla, onları yakalamak için insana her şeyi kullanabilme müsaadesini vermektedir.

Bilindiği gibi, yaşadıkları yerler bakımından hayvanlar kara ve deniz hayvanları olmak üzere ikiye ayrılır. Karada yaşayan hayvanların hangilerinin yenip yenmeyeceği fıkıh kitaplarında belirtilmiş, ayrılmıştır. Denizde yaşayan hayvanların hangilerinin yenilmesinin helâl, hangilerinin haram olduğu hususunda ise mezhepler arasında farklı görüşler mevcuttur.

Yukarıda meallerini verdiğimiz âyet-i kerimeden hareket eden Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebi âlemlerine göre, deniz hayvanlarının, yani suyun içinden başka bir yerde yaşayamayan hayvanların hepsi, nerede bulunursa bulunsun, ister balık şeklinde olsun, isterse başka cins ve şekide bulunsun, helâldir, yenebilir. Yine aynı mezheplere göre, bu hayvanların isimlerinin farklı olması, diri veya ölü olması; yakalayanların Müslüman veya gayri müslim olması hükmü değiştirmez.

Mâlikî mezhebi hiçbir deniz hayvanını istisna kılmazken, Hanbelî mezhebi yılan balığını habis saydığı için; Şâfiî mezhebi de kurbağa, yengeç ve timsah gibi hem denizde, hem de karada yaşayabilen hayvanların etinin yenilmesini haram olarak vasıflandırmaktadır.
Hanefî mezhebine göre ise, balık sûretinde olmayan deniz hayvanlarının etlerini yemek haramdır. Buna göre, daima suda yaşayan, suda barınan hayvanlardan her çeşit balık eti yenebilir. Kalkan balığı, sazan balığı, yunus balığı, yılan balığı bu kabildendir. Fakat, diğer su hayvanları caiz değildir. Midye, istiridye, istakoz ve yengeç gibi hayvanların yenilmesi helâl olarak kabul edilmemektedir, haram sayılmaktadır.3

Bu esaslara göre, midye, istiridye gibi deniz hayvanları Şâfiî, Mâlikî ve Hanbeli mezheplerine göre yenebilirken, Hanefî mezhebine göre yenilmemektedir. Hanefî mezhebinin haram saymasının sebebi, bu çeşit hayvanları gerek görünüş, gerekse yenen kısımları itibariyle hoş olmaması, çirkin ve pis sayılmasıdır.
Dipnotlar:

1. Nahl Sûresi, 14.
2. Mâide Sûresi, 96.
3. el-Mezâhibu’l-Erbaa, II/5.


(bk. Mehmed PAKSU, Helal – Haram)

11 Mart 2018 Pazar

ŞANS OYUNLARI HARAM MI ?

Boş yere geçen her ânın pek çok fırsatları da beraberinde götürdüğü kabul etmemiz gereken bir gerçektir. Çünkü insanın vakti dünyanın ömrüne nisbetle çok az ve kısadır. Bu bakımdan, tek bir saniyesi dahi altından daha kıymetli olan zamanın, ebedî hayata nur ve ışık tutacak meşguliyetlerle geçmesi gerekir. Bunun için, mü’minin ibadeti ve işi bir hayır üzere olduğu gibi, geriye kalan zamanı da manasız olmamalı, meşru dairede yaşanmalıdır. Tâ ki, bir taraftan kazanırken, diğer yandan kaybetmiş olmasın.
Zamanımızda, insanın zamanını katleden o kadar lüzumsuz meşguliyetler vardır ki, bunlardan birçoğu maddî ve mânevî gelişmeye bir sahip olmadığı gibi, insanı yaratılış hikmetinden uzaklaştırdığı da bir gerçektir. İşte, insan bu çeşit gayesiz ve hedefsiz şeylerden kendisini ne kadar çekip çevirse o derece kâr içinde olur.
Belli bir mesai sarf eden ve çalışan insanın dinlenmesi ve istirahat etmesi ne kadar hakkı ise, İslâm'ın yasakladığı sınırı aşmamak şartıyla, bazı oyun ve eğlencelerde bulunmak da mümkün ve normaldir. Ama bu oyun ve eğlencelerin bir ucu, dinimizin haram kıldığı şeyerden birisine yaklaşır ve bulaşırsa, o oyun meşruiyetini kaybetmiş olur.
Çeşitli adlarla yapılan “kültürel faaliyetler”de ve “spor müsabakaları”nda aynı şartları aramamız gerekir. Bunlar mubah ve meşru görülen daire içindeyse, haram olduğundan bahsedilemez. Meselâ bu faaliyetlerin bazısı erkek-kız karışık olarak icra edilirse, birtakım dinî mahzurları da beraberinde getireceği açıktır.
Çünkü dinen bir kimse ancak kendisine ebedî olarak nikâhı düşmeyen —anne, kız kardeş, hala, teyze gibi— kimselerle yalnız kalabilir, birlikte bulunabilir, elini tutabilir, konuşabilir. Bunun dışında, hayatî bir durum olmadığı müddetçe, bir erkeğin mahremi olmayan bir kadınla; kadının da mahremi olmayan bir erkekle birlikte bulunması, tokalaşması, elini tutması caiz görülmemiştir.
Sportif faaliyetlerde de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Namaz geçirilmeyecek, kumara girmeyecek ve vücudun bir başkasına gösterilmesi caiz olmayan yerlerinin açılmasına meydan verilmeyecekse dinî bir mahzurdan söz edilemez.
Dinimiz gerek faydalalığı, gerekse görünüşte bir faydası olmasa da zararsız oluşu bakımından, ok atmak, mızrak kullanmak, güreş, yüzme, koşu ve at yarışları gibi oyunları meşru kılmıştır. Hattâ bunlardan bazıları da sünnettir.
Hz. Rukâne’nin Müslüman olmasına, Peygamberimiz (asm) ile güreşmesi ve üç defasında da Peygamberimizin kendisini mağlûp etmesi vesile olmuştur.1
Yine Peygamberimiz (asm)'in Hz. Âişe ile yarıştığı, müteaddit defalar onu geçtiği de rivayet edilmektedir.2
Keza Peygamberimiz (asm) Habeşlilerin gösterdiği mızrak oyunlarını Hz. Âişe ile birlikte seyretmiş ve bu tip eğlencelerin caiz olduğunu bizzat kendi hayatında göstermiştir.
Cihad meydanlarında mücahitlerin yardımcısı olan atı övmüş ve savaştan önce tertiplenen at yarışlarında birinci gelenlere çeşitli armağanlar vererek bu sporu desteklemiştir. Burada esas gaye, cihada hazırlık yapmaktır. Savaş öncesi bir eğitim ve idmandır.
Fakat İslâm'ın meşru kıldığı bazı oyun ve eğlenceler de bugün bazı uygulamalarla helâl dairenin dışına taşılmıştır. Meselâ, güreş, yarış ve yüzmede, başkalarına gösterilmesi haram olan yerlerin açılması gibi.
Bazı oyunlar da kumara âlet edilmektedir. At yarışları, piyango, spor-toto-loto ve karşılıklı bahis bunlardan bazılarıdır.
Piyango ve spor toto gibi oyunlar zaten kumar sayılmaktadır. Zira kumarın bütün özelliklerini içinde taşıyor. Piyango şeklindeki kumarın İslam öncesi Cahiliye devrinde de olduğu bilinmektedir. Onlar oklar üzerine işaretler koyar, oktaki çıkan işarete göre para alırlardı. İslâmiyet kumarın her çeşidini haram kıldığından, piyango da bunların içindedir. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
“Ey iman edenler, şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzuk durun ki kurtuluşa eresiniz.”3
İslâmiyet, böylece ortaya mal ve para konarak oynanacak hiçbir şans oyununa izin vermemiştir. Eğer fakirlere, zayıflara ve düşkünlere yardım edilecekse, bu tip kurumlar kanalıyla olmasına gerek yoktur.
İslâm'ın hukuk, toplum ve ahlâk düzeni, kimsesizleri korumak, hayır müesseselerini yaşatmak için kumar tertibine ihtiyaç duymamaktadır.
Karşılıklı bahis ve iddialaşmak gibi tertip ve oyunlar da aynı şekilde kumar sayılmaktadır. Meselâ, iki kişi yarışa çıkmadan önce birisi, “Eğer beni geçersen sana şu kadar vereceğim, şayet ben seni geçersem bana şu kadar vereceksin.” derlerse, böyle bir bahis kumara girer. Ancak tek taraflı olursa caiz olur. Yani taraflardan birisi,”Beni geçersen sana şu kadar vereceğim, fakat ben seni geçersem sen bana bir şey verme.” der ve anlaşırlarsa, böyle bir iddia meşrudur. Bu parayı alan kimsenin onu kullanması caizdir.
Top oyunlarında da namazın geciktirilmesine veya terkine, başkalarına gösterilmesi caiz olmayan yerlerin açılmasına meydan verilmediği, vücudun yaralanmasına ve sakatlanmasına sebep olmadığı müddetçe, bir mahzurdan söz edilemez. Bu hususlardan birisi söz konusu olunca meşru olmaktan çıkar.
Dipnotlar:
1. Tirmizî, Libas: 42.
2. İbni Mace, Nikâh: 50.
3. Mâide Sûresi, 90.
(bk. Mehmed PAKSU, İbadet Hayatımız-1)

9 Mart 2018 Cuma

SEKTÖREL EĞİTİM ODAKLI SİSTEM NEDİR ?

Günümüz iş dünyasında farkındalık yaratmak, projeler ortaya koymak,sorunları kısa zamanda çözebilmek oldukça zor ve zahmetlidir . Şirketler bu ortamda rekabet edebilmek,maliyetlerini azaltmak,zamandan tasarruf sağlamak için AR -GE ve inovasyona önem vermektedirler.Ar-Ge ve inovasyonun en önemli unsuru ise kalifiye iş gücüdür. Bu konuda hem şirketler hem de üniversiteler  farklı sistemler geliştirmeketedirler.

Ülkemizde  bu sorunu çözmek için üniversiteler  ve iş dünyası   Sektörel Eğitim Odaklı Sistem  programını geliştirmislerdir. Bu programda  kısaca üniversite  ve iş dünyası iş birliği ile okulun teorik bilgilerini iş dünyasının   pratik  bilgileriyle   harmanlaması veya usta çırak ilişkisinin geliştirilmiş hali  diyebiliriz..Yani sistemde var olan stajyerlik eğitiminin daha profesyonel ve daha bilinçli bir şekilde uygulanmasıdır.stajyer eğitimde öğrenci  eğitiminin son döneminde istediği bir şirkette mezun olur.Bu sistem  ders geçme ve mezun olma odaklıdır.Bu durumdan ne öğrenci ne de şirket  tam verim alamaz ve mezun işe başladığında en az bir yıl uyum sorunu yaşar.Hem şirket bazında hem de bireysel anlamda zaman ve para kaybı oluşur.Bu programda ise  Üniversiteler  ve şirketler  birlikte ortak bir projeler  geliştirir.Bu projeyi birlikte iş yerinde veya laboratuvarlarda öğrenci,üniversite hocaları ve şirket çalışanları sonuçlandırır.Üniversiteler bu sistemi tüm eğitim -öğretim süresine yayarak  teorik bilgileri kolayca pratik bilgilere dönüştürür.

Bu  Sistem ile ;

1.İş dünyası ile erken tecrübe edinilmiş olur.
2.Mezunların iş hayatında  uyum sorununu kısaltılır.
3.İş dünyasında  karşılaşılacak sorunlar hakkında bir tecrübe kazandırılır.
4.Şirketler  yetiştirmek istediği insan gücüne daha kısa zamanda ulaşabilir.
5.Ar- Ge de ve inovasyonda zaman ve para tasarrufu sağlar.

 Ülkemizde de son zamanlarda  bu sitemi bir çok üniversitede uygulamaktadır. Özellikle Özel Üniversiteler tercih edilebilirliğini artırmak,  kalitesini kanıtlamak ve mezunlarının rahat bir şekilde iş bulmasını sağlamak için bu sistemi uygulamaktadır.